Yıl 2007… İsmi lazım değil, bir festivalde alternatif sahnenin pek revaçta bir ikilisini izlemek için konser alanında yerimizi almışız. Ne var ki ikili hem kendi aralarında ne hem de sahne arkasındakilerle doğru dürüst bir iletişim kuramadıklarından, çok beklenen konser sahne üstünde tavsadıkça tavsıyor, alternatif ekibimiz şarkılara bir türlü giremiyor. “Artık bu kadar alternatiflik fazla” diyerek ana sahnede çıkan Kelis’i görmek üzere yola çıkıyoruz. Ne bir tavsama, ne bir aksaklık… R&B, hiphop sevmeyeni de etkisine alacak bir şov var sahnede. Ne de olsa Kelis, doğuştan sahne insanı olanlardan ve konser alanının en ters köşesindeki seyirciye bile ulaşabilecek bir enerjiyle sahnede kendine hayran bırakıyor.
Bu girizgâhın sebebi, yarın akşam tam da bu damardan bir performans insanını, Alicia Keys’i ağırlayacak olmamız. Bryan Ferry, Blur iptallerinden kaçan keyfimiz hâlâ biraz yerindeyse bunu, konserini iptal etmeyen Alicia’ya borçluyuz. Belki en çok Açıkhava Tiyatrosu’na yakışacak bu konser, malum lojistik sebeplerden Küçükçiftlik Park’ten Parkorman’a taşınmış olabilir. Ama senenin en önemli konserlerinden biri için Sarıyer yollarına düşmeyi göze almaya da değer.
Memnuniyet garanti
Artık işin iyice piyasaya döküldüğü urban müziği kökleriyle yeniden buluşturan bir müzisyen Alicia Keys. Yeri geldiğinde piyanosunun başına oturup nasıl kullanılacağını çok iyi bildiği yüksek oktavlı sesiyle yumuşak yumuşak ballad’larını seslendiriyor. Birkaç şarkı sonrasında arkasındaki dansçılarla, kesinlikle işi görgüsüzlüğe vardırmadan dört başı mamur bir pop yıldızına dönüşebiliyor. Girişini çıplak piyanoyla yaptığı son albümü ‘Girl on Fire’ın ilerleyen dakikalarında pop’un ‘seviyeyi en takmayan’ isimlerinden Nicki Minaj’ı konuk edebilmesinden ve bu ton farkının hiç sırıtmamasından da belli. Konserlerinde seyirci memnuniyeti ise her daim garanti.
Artık tüm takipçilerinin bildiği üzere New York ’taki Professional Performing Arts School’da klasik piyano eğitimi alan (ve tabii ki okulu en yüksek dereceyle bitiren) Alicia Keys, R&B dünyasına ilk profesyonel adımını atalı 12 sene olmuş. Daha 2001’de kameraya “What?” diye efelendiği, siyah bir mahkûma aşkını beyan ettiği ilk videosu ‘Fallin’den, onu yaşıtı R&B starlarından ayıran bir şeyler olduğu belliydi. Dönemin siyah müziğindeki ‘şıkır şıkır’ mücevher (‘Bling’) kültürüne, patlayan şampanyalara, lüks ötesi arabalara yüz vermiyordu bir kere. Piyanosu başında klasik bir blues gibi tınlayan yorumuyla açıyordu şarkısını. Ama müziğinde bir naftalin kokusu da yoktu. Aksine prodüksiyon cambazlıklarına başvurmadan da gayet taze bir ses yakalanabileceğini kanıtlıyordu.
Videonun sonundaki efelenişini müzik endüstrisine karşı tavrının habercisi olarak nitelendirmek, işi biraz abartmak mı olur acaba? Ama Alicia Keys’in kariyerinin sonrasına bakalım. Romantizmde ağdaya kaçmayan, siyah kadın vokallerin en görünmez olduğu yerde, erkek hiphop’çulara feat yaptıkları single’larda bile kendi enstrümanını (piyano) işin içine katabilen, videolarında kadınsılığın erkek fantezi dünyasıyla sınırlı olmadığını gösterebilecek güçte kaç kadın şarkıcı barındırabiliyor günümüz müzik endüstrisi? Özellikle de urban müzik söz konusu olduğunda.
Tabii ki bu tavır, Keys’in seveni kadar sevmeyeni olmasının da sebebi. 32 yaşındaki müzisyen, ciddi bir piyanist olduğu bilgisini göstermek isterken aşırıya kaçabiliyor. Çizdiği güçlü kadın imgesi, konuya dair klişeleri tekrar ziyaret etmesine yol açabiliyor. (Misal sıra sıra kadın astronot, iş kadını anne, Afrikalı cefakâr kadın rollerine büründüğü videosu ‘Superwoman’) Nina Simone gibi bir devin best-of’una önsöz yazarken, niye yaşını başını hatırlayıp bir adım geride durmadığı konusunda insanı meraka sürükleyebiliyor.
Müziğiyle cevap veriyor
Ancak insanın aklına tüm bu soru işaretlerinin geldiği noktada da Keys, müziğiyle cevap veriyor. ‘Jazzy’ diye kasmadan caz çağrışımlı, dokunaklı, müzikalitesi sağlam bir pop müzik onunkisi. (‘Girl on Fire’ albümündeki ‘Listen to Your Heart’ bir Gilles Peterson toplamasında yer alsa insan hiç şaşırmaz) Ve kadın R&B vokallerin en güçlü çıktığı damardan, kendini yeniden keşfedip dünyaya haykırdıkları yerden besleniyor. Tabii ki beş albümdür bu tema üzerinde dönüp durması içinde tekrara düşme tehlikesini de barındırıyor. Ne var ki Alicia Keys’in farkı bu temayı sürekli çeşitlendirebilmesi, her dem taze tınlayabilmesi ve tabii ki çığlığının gerçekliği. Terk edilme acısı taşıyanların daimi temsilciliğini üstlenmek, ‘gaz’ şarkı üzerine ‘gaz’ şarkı çıkartıp siyah bir ‘eller havaya’ kraliçesi olmak yerine Keys, gerçekten de her albümünde kendini yeniden keşfediyor, tüm bu pop müzik çarkına rağmen içindeki meraklı müzisyeni hâlâ canlı tutuyor. Bizden önceki Lizbon ve Poznan konserlerinin kayıtları henüz ortalarda dolaşmıyor. Ancak Guardian’ın eleştirmeni Dave Simpson’ı “Türden türe atlarken modu ne olursa olsun, performansının en güçlü yanı sesi. Muhtemelen Whitney Houston’dan sonra R&B dünyasının gördüğü en güçlü ses” dedirtecek kadar etkilediğine göre, yine dört dörtlük bir performans bekliyor izleyenleri.
Keys’in geçmiş işlerine bakınca turne başlığı ‘Set the World on Fire’ da daha bir anlam kazanıyor. Bugünlerin pop müziği sürekli bir ‘Dünyayı ateşe verme’ iddiasında. Ama çoğunun aksine Alicia Keys’in bu iddianın arkasında durması kuvvetle muhtemel.
BU KONSERLER KAÇMAZ
John Legend: Popüler müziği kökleriyle buluşturanlardan bahis açıldı. Oradan da devam edelim. Yumuşak sesiyle, yer aldığı her projeye irtifa kazandıran John Legend da Caz Festivali’nin kaçırılmaması gerekenlerden. Son dönem R&B ve soul denince gözü kapalı güvenilebilecek isimlerin başındaki John Legend, 29 Temmuz 21.30’da Açık Hava Sahnesi’nde.
Dee Dee Bridgewater ve Ramsay Lewis: Bir sönem disco’ya kıyısından bulaşıp onun da hakkını layığıyla vermişliği var. Ama biz de, kendisi de onun sesinin en iyi tınladığı yerin caz olduğu konusunda hemfikiriz. Yaşayan en büyük vokalistlerden Dee Dee Bridgewater, bir kez daha Caz Festivali sahnesinde, performansını beraber gerçekleştireceği usta piyanist Ramsey Lewis’in melodilerini seslendirecek. 3 Temmuz 21.00’de Yıldız Sarayı’nda.
Melody Gardot: Öncesinde konserlerle anılmayan mekanlar, ritüelimsi müzikal etkinliklere ev sahipliği yapınca insan daha da bir heyecanlanıyor. Almanya Sefareti’ndeki Melody Gardot konserinden de beklentimiz bu yönde. Ağır bir trafik kazası sonrası müzik terapisiyle kendine gelen ve şimdi de mesaisinin büyük bir bölümünü bu terapinin yararlarını yaymak için kullanan Gardot, kuvvetle muhtemel eserlerinin hipnotik gücünü birinci elden izleyicilerine tattıracak. 5 Temmuz 21.00’de Almanya Sefaredi’nde.
BAŞKA NELER VAR
- DAVID SANBORN BOB JAMES FEAT. STEVE GADD JAMES GENUS ‘QUARTETTE HUMAINE’
9 Temmuz Salı, 21:30, Haliç Kongre Merkezi, Sütlüce
- ‘TEATIME AT THE SAVOY’ DEUTSCHE PHILHARMONIE MERCK FEAT. KEREM GÖRSEV
16 Temmuz Salı, 21:30, Cemal Reşit Rey Konser Salonu
- ‘CAZ İÇİN TUHAF BİR YER’ KAIROS 4TET / BOJAN Z
12 Temmuz Cuma, 21:15, Rahmi M. Koç Müzesi
- TÜNEL KONSERLERİ
18.00-24.00, Alt, Hollanda Başkonsolosluğu Bahçesi, İndigo, İtalyan Kültür Merkezi, Nardis Jazz Club, Salon İKSV, Tünel KaVe
- CHANO DOMINGUEZ “FLAMENCO SKETCHES”
17 Temmuz Çarşamba, 21:30, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Avlusu
Her daim Zümrüdüanka
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder