8 Temmuz 2013 Pazartesi

Model ve oyuncu Burcu Kutluk : Balyoz yüzünden cüzamlı muamelesi gördük

NEDEN

Oyuncu ve model Burcu Kutluk, ne iç siyasetle ne Türkiye gündeminin detaylarıyla ilgiliydi. Uzun süre Hindistan’da yaşayıp ruhsal bir özgürlük yakalamaya çalışmıştı. Hayatın acı bir ironisi… Ülkeye kesin değil kısa süreli bir dönüş yaptığı sırada babası tutuklandı. O günden beri kendi deyimiyle ruhu tutsak. Balyoz sanığı emekli Amiral Deniz Kutluk’un kızı Burcu. Neler yaşadığını, öfke, sonsuz bekleme, hayatı dondurma gibi hallerle nasıl başa çıktığını anlattı. Bu bir siyasi röportaj değildir. Balyoz röportajı da değil aslında. Çok gücenen birinin derdini dinleme vesilesi, diyelim.

Babanızın tutuklandığı güne kadar Balyoz davası nedir biliyor muydunuz?


Kesinlikle hayır. Babamın tutuklanma ihtimaliyle ilgili haberi ablamın telefonuyla öğrenmiştim. İstanbul’daydım. Babamla annem Ankara’daydılar ve “Babanı çağırıyorlar, hemen İstanbul’a geliyoruz” dedi annem. Bu kısımlar bölük pörçük ama net hatırladığım babamın Beşiktaş Özel Yetkili Mahkemesi’ne getirildiği andır. Benim için ayrıca şok etkisi olmuştu.


Neden?


Türkiye gündeminin gerçekten içinde değildim. Sadece ismine aşina olduğum kimselerin çeşitli ve iyi olmayan sebeplerle gazetelere konu olduğunu duyuyordum. Ama Balyoz nedir, fikrim yoktu. Bu haberlerin çıkmaya başladığı dönemde annem ve babamda hiçbir endişe olmadığını hatırlıyorum. Çünkü sonradan sordum ikisine de “Hiç mi endişelenmediniz, hiç mi hissetmediniz?” diye. “Kızım endişelenecek, çekinecek bir şeyimiz yoktu ki bizim” diyorlar hâlâ. Belki de o yüzden tüm dünya hepimizin başına yıkıldı.


Bu olaylardan kısa süre önce Hindistan’dan dönmüştünüz değil mi?


Babamdan bana geçen bir huy, çevre ve doğaya karşı ciddi bir hassasiyet. Bu hassasiyet ve ilginin bir noktasında yogayla ilgilenmeye başladım. Ve yoga beni Hindistan’a götürdü. Orada hem spiritüel gelişim hem de meditasyonla ilgili çalışmalar yaptım. Bayağı da uzun bir süre kaldım. Sonra kısa bir ara verip İstanbul’a dönmüştüm. Ama tam bir dönmek değildi, her an Hindistan’a gidecekmiş gibiydim. Ki eğer Balyoz davası bu noktaya gelmiş olmasaydı, çoktan gitmiş olurdum. O sırada bir film ve bir de dizide rol aldım. Sonra babam tutuklandı ve geri dönüşü olmayan bir yola girdik. Babam ne yaşıyor, ne hissediyorsa her bakımdan burada ben de bunu yaşıyorum. Bunun için efor da sarf ediyorum.


Nasıl yani?


Sabah akşam yoga ve meditasyon yapıyorum yıllardır. O yüzden her şeyden uzak olmana rağmen yeterli olmak nedir biliyorum. Hücrede meditasyon vardır. Bir hücreye girersin ve hiçbir şey düşünmeden meditasyon yaparsın. Mesela o çalışma hapishane psikolojisini, hürriyetin sadece duvarlarla alakalı olmadığını deneyimleyebileceğiniz bir çalışmadır. Ben tam bunlarla ilgilenirken babam tutuklandı ve Beşiktaş’ta, sabaha karşı ona bunu söyledim.


Ne dediniz?


Nasıl olduysa bir şekilde yanına girebilmiştim. Beti benzi atmış vaziyetteydi. Tansiyonu çıkmasın diye omzunu, kollarını ovuşturuyordum. Sonra onu götürmek üzere geldiler. Şöyle demiştim: “Gökyüzü bir çatı. Ve nerede olursak olalım, aynı çatı altında uyuyor olacağız. Bunu sakın unutma baba.” Öylece uğurladım.


Babanızla çok yakın mıydınız?


Babam, birçok görüş ayrılığımıza rağmen benim için hep çok önemli bir figürdü. Nevi şahsına münhasır bir insandır. Çok serttir diyemem ama her zaman çatıştığım bir otorite sembolüydü. Ayrıca ben anti-militarist bir tip olarak ordu kavramıyla bir türlü barışamadım. Kapımızın önünde silahlı insanların durmasından duyduğum rahatsızlığı babama çok dile getirdim. O da “Asker huzur ve barış için vardır” derdi. Barış için silah, benim anlayamayacağım bir şey. Fakat babam için de askerlik kendi istediği dışında seçilmiş olsa da, bir hayat biçimi. Çok küçük yaşta hem annesini hem babasını kaybetmiş. Üç kardeş zar zor büyümüşler ve annesinin vasiyetiymiş denizci olması. Adı da o yüzden Deniz’dir. Dolayısıyla Deniz Kuvvetleri bir anlamda ailesi olmuş. Ama kendisini çok geliştirmiş, çok açık görüşlü, değişik bir askerdi.


Değişik asker derken?


Başka annenin-babanın izin vermeyeceği bir sürü şeye izin verdi. Çok küçük yaştan beri dünyayı gezmeme ‘tamam’ dedi. Modelliğe başlamamı teşvik etti. Gördüğüm en demokrat insan diyebilirim.


Balyoz iddianamesinin sanıklarla ilgili ortaya attığı gibi babanda, AK Parti hükümetini düşürmek gibi bir hayale yahut irtica paranoyasına ilişkin bir emareye rastlamış mıydın?


Benim gözümde babamın öne çıktığı bir konu değildi irtica. O manada diken üstünde olduğunu hissetmedim. Hatta şöyle bir konuşma hatırlıyorum… Ben Galatasaray Lisesi’nde yatılı okurken babam Gölcük’te görev yapıyordu. Tatilde yanına giderdim. İktidarda Refah Partisi olmalı… İnsanların babama birden fazla kez “Deniz Bey, memleket ne halde, asker bu işe el atmayacak mı?” dediğini hatırlıyorum.


Babanızın cevabını hatırlıyor musunuz?


Aşağı yukarı: “O devirler geçti. Bu ülkede artık ihtilal yapılmaz. Ne istediğine halk karar verir, asker değil.” Sonrasında babama bir yazışmamızda sormuştum, bu insanlar neden bahsediyor ve ne istiyor diye. Geçmişte bu ülkenin birçok ihtilale şahit olduğunu ve insanların sorun çözümü deyince aklına hâlâ ihtilalin geldiğini ama artık bunun mümkün olmadığını yazmıştı cevap olarak. Halkın sivil toplum örgütlerini kullanmayı bilmediğini ama öğreneceğini anlatmıştı. 16-17 yaşındaydım ben ve o gün tam olarak ne demek istediğini kavrayamamıştım. Sivil toplum nedir bugün çözüyorum.


Balyoz davası Hindistan’da iki yıl meditasyon yapmış birinin hayatını nasıl değiştiriyor?


Büyük bir haksızlık karşısında yapayalnız hissettiğinde, sesini duyuramadığında katılaşma ihtimalin çok yüksek. Böyle bir katılaşma da ancak kör bir öfkeye dönüşebilir. Bu hale gelmemek için direndim. Çünkü Türkiye’nin zinciri bu. Ülkede taraflar oluşuyor, oluşturuluyor ve bir taraf diğerine ölümüne öfkeleniyor. Biz Balyoz mağdurlarında bu zincirin kırılmasını çok arzu ettim ben. Ve şunu söyleyebilirim, birkaç istisnanın dışında sanıkların da sanık yakınlarının da kör bir öfke yerine derin bir kırgınlık içinde olduğunu sanıyorum. Öfke ve hınç değil ama gücendik biz. O kadar gücendik ki, bu ülkeyle nasıl barışılır bilemiyorum. Çok sert şeyler yaşandı çünkü. Bizlerin hayatlarında ne olduğunu da boş verin. Bu acı ve haksızlık ülke karmasına iyi gelmeyecek. Elbette bunu, yeni bir intikam serüveni başlayacak anlamında söylemiyorum. Ülkenin ruhuyla, vicdanıyla ilgili bir yaraya dönüşmesinden korkuyorum Balyoz davasının. Kötü karma dediğim bu.


Gücenmeyi tarif edebilir misiniz?


Asker eşittir darbe önyargısıyla savaştık uzun süre. Ki ben bunu anlıyorum, ülkenin geçmişine bakınca. Ama biz Balyoz sanık yakınları olarak çok uzun bir süre cüzamlı muamelesi gördük. Bu kadarını anlamak mümkün değil. Sadece mahkeme heyeti, savcılar filan değil arkadaşların seni dinlemiyor, duymuyor, düşünebiliyor musun? Benimle telefonda konuşmaktan kaçan, korkan arkadaşlarım vardı. Hepsiyle yeniden tanışmış oldum ve çoğunu eledim bu süreçte. Ne büyük bir hayal kırıklığı. Tüm bunlara rağmen bu haksızlık hissinin öfkeye dönüşmemesi için kendi üstümde ve çevremde çalışmalar yapıyorum. Terapiye gidiyorum, meditasyon yapıyorum. Oyunculuk çalışmasının çok faydası var.


Ne gibi?


Sürekli yüzleşiyorsun. Teker teker üstünden geçiyorsun: Çok yalnız hissediyorum. Çok çaresizim. Çok kalbim kırık. Evet bunların hepsi içimde var ve ben var olduklarını kabul ediyorum. Bu duygularla boşuna savaşmıyorum yani. Kendinle meseleni böyle hallettikten sonra bürüneceğin karakteri anlamaya çalışıyorsun. Bu sayede empati duygunuz ciddi egzersiz yapmış oluyor. Mesela ben Balyoz savcısı ya da hâkimi olabilmek için çok çabaladım.


Başarabildiniz mi?


Ciddi bir baskı altında olduklarını anlayabiliyorum. Gerçekten inandıkları şekilde davransalar belki çocuklarının, eşlerinin başına bir şey gelecek diye endişe ediyorlar. Bunları görebiliyorum. Ama yine de Silivri’de 365 sanığın söylediklerine, yakınlarına bakıp nasıl hâlâ adil yargılanmaya şans vermediklerini, bunu kendilerine nasıl açıkladıklarını çözemiyorum. Bir noktada insanın kalbi çatlar, ışık girer diye düşünüyorum çünkü. Olmuyormuş.


Hayatla ilgili nasıl plan yaptınız?


Aslında ben hayatımı dondurdum. Ablam da. Yarım kaldık yani. Kendi yaşam alanım içerisinde daraldım. Babam fiziken tutuklu, ben de ruhen. Çok istememe rağmen çocuk yapma hayali kuramıyorum şu anda. Çünkü Türkiye’de yaka yıka, birilerinin kurban edilerek bir şeylerin elde edilmesi süreci geçmediği sürece bir çocuğun mutlu büyümesine imkân yok. O yüzden ben hayat diye şu anda bir bekleme yaşıyorum. Nasıl bir beklemeyle karşı karşıyayız onu da bilemiyorum. Babam 18 yıl hüküm giydi, düşünebiliyor musun? Şimdilik önümüzde Yargıtay süreci var. 18 Temmuz’da. Biz adil yargılama olsun istiyoruz, eğer Yargıtay da bunun gerçekleşmediğine hükmetmezse Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz. O da olmazsa AİHM’ye.


Bugüne dek niye konuşmadınız?


Herkes gibi korktum. Bir şey söylerim, beni de içeri atarlar, annem bunu kaldıramaz diye düşündüm hep. Ama asıl sebebi, konuşsam ne olacak hissiyatıydı. Artık daha önce duyulmayanın duyulmaya başlandığına, bir eşiğin aşıldığına inanıyorum. Babam çok ilginç biri, hâlâ “Burası hukuk devleti kızım, bir zaman anlaşılacak” diyebiliyor. Buna inanıyor. Bense insanların yeniden kazanılan duyma yeteneğine…



Model ve oyuncu Burcu Kutluk : Balyoz yüzünden cüzamlı muamelesi gördük

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder